ArabicChinese (Simplified)EnglishFrenchPortugueseRussianSpanishTurkish
EGEMENLİK GERÇEKTEN MİLLETİN Mİ? | KURTULOF | Farklı Bir Seçenek

EGEMENLİK GERÇEKTEN MİLLETİN Mİ?

“EGEMENLİK, KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” diye kocaman kocaman yazınca egemenlik gerçekten milletin mi oluyor? Dil ile söylenen kalp ile tasdik olunmadıkça, pratiğe dökülmedikçe, uygulanmasını isteyenler engellendikçe veya kavramların içi boşaltıldıkça kelimeler, cümleler etmenin ve hatta hitaplar etmenin millete ne faydası var?

 

Kitabın ortasından başladık konuşmaya. Biraz başa dönelim. Parlamentoların tarihine bakılırsa, antik dönemdeki ve günümüzdeki bazı istisnalar dışında, karşımıza elitlerin egemenliğinden başkası çıkmamaktadır. Parlamentarizm, idealde, halkın toplumdaki düzeni bizzat kendisinin inşa ettiği ve gerektiğinde düzelttiği bir sistemdir. Normatif olarak doğrudan demokrasi hedeflense de realitede temsili demokrasi ile ideale ulaşılmaya çalışılmaktadır. Temsili demokrasi ise yönetimin halka vekalet edenlerden oluştuğu ve halka halk için hizmet edildiği bir sistemi ortaya koymaktadır. Ancak gelinen noktada sivil toplumun gelişmesi ile ortaya çıkan siyasi partiler, gizli gerçekleri farkında olmadan ortaya koymaktadırlar.

 

Siyasi partiler, teoride, halkın benzer fikirlerde olan bireylerinden meydana gelen, vatandaşların siyasi faaliyette bulunma hakkının bir tezahürü olan ve bu hakkı devleti halk için yönetmek amacıyla kullandıkları bir siyasi örgüttür. Siyasi partiler, devlet gücünü ele geçirmeyi amaçlar ve bu gücü toplumun faydası için kullanacaklarını iddia ederler. Fakat sivil toplumun ilerlemesi bir yerde durmuş ve maalesef geri evrime başlamıştır. Bazı istisnalar olsa da toplantılar, yürüyüşler, sloganlar, devrim fikirleri vs. yolundan sapmıştır. Bir profesörün dediği gibi “hükümet, devlet postunu sırtına geçirmiş bir sosyal sınıftan başkası değildir.” Siyasi partiler, bilimsel olarak, halkın daha etkili temsili için bir araç olsa da insan elinde araçtan amaca evrilmiştir. Siyasi partiler, fikirlerin topluca ifade edildiği bir yerden ziyade çıkar elde etmek isteyen fırsatçı ve makyavelist bireylerin güç elde etmek amacıyla katıldıkları gruplara dönüşmüştür.

 

Halkçı düşüncenin popülizme evrildiği günümüz dünyasında siyasi partiler, devlet gücünü ele geçirip hükümet olduktan sonra istismarcı anayasalcılık düşüncesi ile otoritelerini kuvvetlendirmeye çalışırlar. İstismarcı anayasalcılık, abusive constitutionalism, iktidar sahiplerinin anayasal mekanizmaları yeni anayasa yapımı veya anayasa değişiklikleri ile yeniden yapılandırması sonrası otoriter rejimler kurmaya veya sistemi otoriterleştirmeye çalışmasına verilen isimdir. Yapılan faaliyetler neticesinde ülke daha az demokratik hale gelir ki güç sahiplerinin siyasal iktidar üzerindeki egemenliği güçlensin. Burada devlet gücünü tamamen ele geçirme çabasında olan bir siyasi yapılanma göze çarpmaktadır.

 

Tarihte otoriter hükümetler darbe veya diğer anayasal olmayan yollarla inşa edilmekteydi. İstismarcı anayasalcılık, otoriterleşme eğiliminin modern bir yansımasıdır. Öyle ki anayasal kurumlar kullanılarak demokrasinin yıkılmaya çalışıldığı ve bu çabanın da demokratik araçlarla oluştuğu bir tür militan demokrasi ortaya çıkmaktadır. Pek tabii ki söz konusu otoriter sistemin inşası yalnızca anayasa veya anayasal mekanizmalar yoluyla yapılmaz. Medyanın kontrolü, ekonomik veya sosyal manipülasyon, muhalefetin sindirilmesi ve en önemlisi belirli bir ideolojiye sahip bağnaz bir takipçi kitlesi oluşturulması otoriter yönetimi sağlamak için elzemdir. Sivil toplum ve siyasi partilerin varlığı da otoriter yapının meydana getirilmesi için merkezi görüşlere sahip çoğunluğa hitap eden bir siyasi partiyi gerektirir.

 

Anayasalcılığın kuramsal temellerini oluşturan siyasal iktidarın keyfiyetinin sınırlandırıldığı ve kısıtlandığı bir devlet düzeninden otoriter bir yönetime geçiş için uygulanan istismarcı anayasalcılıkta denetimin eksikliği, siyasi azınlığın gerektiği gibi korunmaması, temel hak ve özgürlükler problemleri, siyasi partilerin kapatılması, sivil toplumun baskı altına alınması gibi sorunlar göze çarpmaktadır. Sonuçta ortaya seçimli veya rekabetçi otoriter bir rejim çıkmaktadır. Bu rejimin ortaya koyacağı ise olsa olsa sözde bir demokrasidir. Bu tür devletler pek çok ülkede görülebilmektedir. Kolombiya, Venezuela, Ekvador, Rusya ve Macaristan gibi ülkeler istismarcı anayasalcılık örnekleridir.

 

Tabii ki burada suç, siyasi partilerin varlığından ziyade o partileri kişisel saiklerle yöneten politbürodadır. Politbüro, Rus topraklarından köken almış bir kavram olup komünist partinin karar verme mekanizmasını ifade eder. Bu yazıdaki kullanımı, genelleştirilmiş bir biçimdedir. Halk, genel seçimlerde kendi vekilini seçtiğini düşünse de ne yazık ki durum öyle değildir. Halk popülizmin anestezisinde uyurken rüyasında gördüğü lider ve ekibinin, politbüronun, güç sahibi olması için oy vermektedir. Yapılan seçimlerin sonucu sadece hangi politbüronun kaç “adam”ının olacağını belirlemek içindir. Daha fazla elemanı olan örgüt daha güçlü olmakta ve devleti ele geçirmeye o nispette yaklaşmaktadır. Halkın aynı politbüroyu desteklemekte istikrarlı olduğu durumda ise devlet, parti devleti olmaya bir adım daha yaklaşır. Üst kademe yöneticileri ve yüksek yargı mensuplarının atamaları ile anayasa değişiklikleri vasıtasıyla kuvvetler dengesi bozulup devlet gücünün giderek merkezileşmesi sonucu devletin kılcallarına hakim olan siyasi örgüt, devleti geçici olarak değil tamamen ele geçirebilir. Çözüm aranması gereken yer de tam olarak burasıdır.

 

Siyasi partileri ortadan kaldırmak bir çözüm değildir; zira geldiğimiz aşamada siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Modern çağda devlet mekanizması, siyasi faaliyetlerin büyük bir çoğunluğunun siyasi parti adı altında yapılmasına imkan veren bir sistematikle dizayn edilmiştir. Siyasi hayattaki problemlerin çözülmesi ve “halk için” bir düzen kurulması için birkaç öneri sunulabilir. Kişilerin veya güç odaklarının uzun yıllar hakimiyetinin önüne geçilmelidir. Vatandaşların, üst kademe devlet yöneticiliğinde bulunma veya halkı temsil görevi yapma süresi sınırlanabilir. Siyasi hayata etik kurallar getirilmesi düşünülebilir. Çünkü gelişmemiş toplumlarda, siyasi hayat da bu kültürsüzlük ve cehaletten nasibini almaktadır. Bu ve benzeri önlemler alınmazsa Pareto’nun seçkinler teorisi geçerliliğini korur. Eğer gerçek bir demokrasi isteniyorsa bu kısır döngünün kırılması elzemdir.

 

Yazıya son verirken Türkiye topraklarında cumhuriyetçiliğin hayata geçmesinin ilk temel taşı olan Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu sağlayan ve halkın üzerindeki bütün tahakkümleri kaldırmayı ideal edinen Atatürk’ü minnet ve rahmetle anıyorum. Kendisini tanıdığım kadarıyla biliyorum ki eğer daha uzun yaşasaydı, kendi ekibinin halk üzerindeki tahakkümünü de “zamanı geldiğinde” kaldırırdı. Aksini düşünmek kolay ve doğal olsa da bu, benim Türkiye insanına ve toplumuna olan inancımı derinden yaralayacaktır.

- Reklam Alanı -

Kapatmak için ESC'ye basın